Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
Afyon 7°C
Az Bulutlu
Afyon
7°C
Az Bulutlu
Cum 10°C
Cts 10°C
Paz 6°C
Pts 3°C

ÖLÜMÜN İÇİNDE HAYAT: UNUTULAN HAKİKAT

ÖLÜMÜN İÇİNDE HAYAT: UNUTULAN HAKİKAT
3 Şubat 2025 13:09
78
A+
A-

“Evini düzene sok çünkü öleceksin. Bu eski bir kanun.” Bach’in bu sözü ne kadar da doğru… Bize ölümü unutturan bir çağda yaşıyoruz. Ölümü hatırlamak mı? Hak getire… Bach bu sözünde “Evine düzene sok” derken aslında fiziksel bir hazırlığın ötesinde ruhani bir düzenlemeye işaret ediyor. İç dünyamızı, yani kalbimizi düzenlemek… İmam Gazali de der ki: “Kalbini tedavi et, çünkü Allah sadece kalbine bakar.” Ve kalbi düzeltmek ancak ölümü hatırlamak ile olabilir.

Ölüm, çağımızda unutulan bir olgu olarak karşımıza çıkıyor. Ölüm unutuldu ve insanoğlu adeta ölümden kaçıyor. Peki, insan neden ölümden bu kadar kaçıyor? Ölümün hatırlanması için illa yaşlanması mı gerek insanın ya da ölümcül bir hastalığa yakalanması mı? Halbuki insan, hayatın içinde ölüm olduğuna sürekli şahit oluyor. Ağaçlar her kış hatırlatır ölümü, yapraklarını dökerek, ömrü insandan kısa olan hayvanlar ölerek ve türlerimiz olan insanlar hayatlarını kaybederek bize hep ölümü hatırlatır. Doğadaki ölüm ve diriliş döngüsü her an bize ölümü anlatırken, bize sadece bunları tefekkür edip “ölümün hak” olduğunu ibret almak kalıyor. Etrafımızda bu kadar çok ölüm varken nasıl oluyor da biz insanlar ölüm hiç yokmuş gibi yaşıyoruz, anlamak çok güç…

Ölümün içinde de hayat olduğuna da şahit oluyor insan. Ölümün bir son olmadığını, aslında öte dünyaya bir diriliş olduğunu da Allah bize dünyada gösteriyor aslında. Mevsimlerin değişimi, çekirdeğin toprağa düşüp yeni bir hayata başlaması gibi doğa olaylarındaki ölüm tecellisi bizi göz kırpar her lahzada. Canlı meyvenin daldan koparılışıyla ölümü, bir çekirdekle hayatının sonlanışı gerçekten de bir son mu? Elbette değil, çekirdekten yeni bir hayat oluşur, bu böyledir. Ölümün içinde hayat yeşerir…

Ölümü tefekkür etmek, hayatı anlamlı kılar. Çünkü, hayatını insan adam akıllı yaşamaya başlar, ölümü idrak ederse. Ölüm temalı kitaplar ölümü tefekkür etmek için bir yol olabilir. Onlardan biri Tolstoy’un “İvan İlyiç’in Ölümü” adlı eseri… “İvan İlyiç’in Ölümü”nde de ölüm döşeğinde bir adamın ölmeden önceki izlenimleri anlatılır. Cenaze merasimiyle başlayan kitap, sonrasında İvan İlyiç’in rahatsızlanıp doktora gitmesi ve hastalığına tanı konmasıyla devam ediyor. İvan İlyiç de ölümü bu hastalık ile sıklıkla hatrına getirmeye başlıyor. Sürekli olarak etrafındakilerin kendisini anlamamasından, ölecek olmasından ötürü üzülmemelerinden dolayı kederleniyor. Ama evvelinde o da muhtemelen normal bir insan gibi hayatını sürdürüyordu, ölümü aklına getirmeden. Bu yüzden ailesinin, yakınlarının yaşadığı acıları anlayamamasından şikayetçi olmamalı. Çünkü bir zamanlar kendi de öyleydi ne de olsa. Sağlık yitirilmeden kıymeti bilinmez maalesef.

Kitapta, İvan İlyiç’i ölecek olmasından çok yakınlarının onun ölümünden sonrası için yaptıkları planlar üzüyor şüphesiz. Ölümü bir şekilde kabulleniyor ama karısının dul maaşını sorması, oyun arkadaşlarının eksilen sandalyeye yeni kişi bakması, yaptığı işte yerine başkasının önceden belirlenmesi, kızının babası ölmeden önce evlenmek istemesi gibi muhtelif olaylar İvan İlyiç’in daha çok manevi acılar yaşamasına sebep oluyor. Tolstoy bu kitabında ölmeye çok yaklaşan bir adamın ölümden önce yaşadığı o son duyguları, acıları ve düşünceleri anlatmaya çalışmış. Farkındalık oluşturan bir kitap kesinlikle. Öldükten sonra nasıl ki dünyaya yalnız gelmişsek yine öyle yalnız kalacağız. Dünyada bizi en çok sevenler üzerimize ilk toprağı atacak.  O çok sevdiğimiz dünya, cesedimiz kötü kokuyor diye bizi yerin üstünde istemeyecek artık.

Her şeyin provasını yapan insan neden ölümün provasını yapmıyor? Yeni bir iş görüşmesine giderken provasını yapar, bir konuşma yapacaksa önce aynanın karşısında tekrarlar. Evlilik, ebeveynlik, meslek, hatta en basit günlük rutinler bile bir ön hazırlık gerektirirken, hayatının en kesin gerçeği olan ölüm için neden bir hazırlık yapmaz? Bir gün muhakkak sahneye çıkacak, bu dünya perdesi kapanacak ama o, rolünü bilmiyormuş gibi davranmaya devam eder. Kendisinin de bir gün öleceğini bilmiyor mu? Biliyor elbette, ama bilmek yetmiyor. İnsan, ölümü zihnen bilip kalben unutan bir varlık. Ölüm başkalarının başına gelen bir şeydir sanki. Uzak bir ihtimal, ihtiyarların meselesi, belki bir gün, belki çok sonra… Oysa mezarlıklar, yarın öleceğini aklından bile geçirmeyen insanlarla dolu.

Peygamber Efendimiz (s.a.v.) buyurur ki; “Ağızların tadını kaçıran ölümü, çokça hatırlayın.”

Ölümü unutmak, ölümü yok etmez. İnsan gözlerini kapattığında dünya kaybolmaz ki… İşte bu yüzden, ölüm ölmüyor. İnsan, ne kadar unutursa unutsun ne kadar kaçarsa kaçsın ölüm peşinde yürümeye devam eder. Sessiz ve sabırlı bir bekleyiş içinde. Ne zaman, nerede, nasıl geleceği bilinmez ama her zaman oradadır, adeta bir gölge gibi. Gün ışığında fark edilmese de geceyle birlikte belirginleşen bir hakikat gibi, yaş ilerledikçe ve kayıplar arttıkça insanın yüzüne daha çok çarpar.

Oysa insan, ölüme gözlerini açsa, onu düşmanı değil, hatırlatıcısı olarak görse, belki hayat da anlam kazanır. Ölümü hatırlamak, insanı hayata daha sıkı bağlar. Ona bir yön çizer, neyin değerli, neyin fani olduğunu öğretir. “Ölmeden önce ölmek” bu yüzden bir fark ediştir; ölmeden önce ölümü fark etmektir. Çünkü en büyük gaflet, ölüm geldiğinde ona hazırlıksız yakalanmaktır.

Ah bir farkına varsak… Ölümün hak olduğunu ve hepimizin ölecek yaşta olduğunu bir bilsek dünya daha yaşanılabilir bir yere dönüşür muhakkak. Ensesinde bir namlu varmış gibi yaşayan insan, her adımına elbette ki dikkat edecektir. Ölüm hakikati insana sınırını öğretir. Ölmeden önce ölmek, ölüm hakikatinin farkında olmak demektir ve ona göre hayatı yaşamaktır esasında. Vesselam.

ETİKETLER: , , ,
Fen Bilimleri Öğretmeni/Okur-Yazar
YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.