MUTLAK İYİ VE MUTLAK KÖTÜ
İyi ve kötü nedir? Peki ya mutlak iyi ve kötü ne demektir?
• İyi: Genellikle ahlâki doğruluğu, başkalarına zarar vermemeyi, topluma ve bireylere fayda sağlamayı içeren davranışlar olarak tanımlanır. İyi kavramı, vicdan, empati, merhamet gibi olumlu duygularla ilişkilidir.
• Kötü: Kötü ise genellikle başkalarına zarar veren, toplumsal kurallara ve ahlâki değerlere aykırı olan davranışları tanımlar. Bencilce, zarar verici ve ahlâki olarak yanlış görülen eylemlerle ilişkilendirilir.
Ancak bu kavramlar, kültürden kültüre, kişiden kişiye farklılık gösterir. Bir toplumda iyi olarak kabul edilen bir davranış, başka bir toplumda kötü olarak görülebilir. Bu da kavramların göreceli olduğunu gösterir.
Amacım, bu kavramların insanları sıfatlandırmamıza nasıl hizmet ettiğini göstermek ve birini “iyi insan” ya da “kötü insan” olarak etiketledikten sonra, o kişiden zıt kavramları çağrıştıran davranışlar gördüğümüzde neden kabullenemez bir tutuma girdiğimizi sorgulamanızı sağlamak.
Örneğin, iyi bir insan olarak kabul edilen bir kişiden beklenmedik bir davranış gördüğümüzde büyük bir çelişkiye düşebiliyoruz. Bu sadece başkaları için değil, bazen kendimiz için de geçerli olabiliyor. İyi bir insan olmak için çabalarken ve kendimizi iyi biri olarak görürken, toplumun normlarına aykırı bir hareket yaptığımızda, büyük bir sorgulama içine girebiliyoruz. “Ama ben iyi bir insanım, ya da o iyi bir insandı. Neden böyle yaptı? Şimdi ben kötü biri mi oldum?” gibi düşüncelerle kendimizi yargılamaya başlarız. Aynı zamanda, “Artık ona güvenmemeli miyim?” diyerek başkalarını da sorgulama sürecine gireriz.
Aynı durum, kötü insan olarak nitelendirdiğimiz kişiler için de geçerli. Kötü olarak gördüğümüz bir kişiden iyi bir davranış gördüğümüzde şaşkınlığa uğrayabiliyoruz. “Nasıl yani? Bu kötü biri, neden böyle davrandı?” diye düşünüyoruz. Kendimizi kötü hissettiğimizde de benzer bir durum yaşanıyor. Toplumun ahlâki normlarına aykırı davrandığımızda, “Ben kötü biriyim” diye düşünerek, iyi birkaç davranış yapma hakkını kendimizden alıyoruz. Aynı şekilde, kötü olarak etiketlediğimiz insanlara da bu hakkı tanımıyoruz: “Hayır, sen kötüsün, iyilik yapamazsın.” Bu yaklaşım, hem kendimizi hem de başkalarını yargılama biçimimizi katı ve sınırlayıcı hâle getiriyor.
İşte burada mutlak iyi ve mutlak kötü kavramları devreye giriyor. İyi insanı mutlak iyi, kötü olarak nitelendirdiğimiz insanları ise mutlak kötü olarak sınıflandırıyoruz. Burada bahsedilen iyilik ve kötülük, elbette dünyada yapılan büyük kötülüklerden değil, daha çok günlük hayatımızdaki küçük hatalar ve çevremizdeki insanlardan bahsediyoruz.
Örneğin, dini değerlere sahip kişilere bunu daha kolay yapabiliyoruz. En ufak bir hatalarında onlara bu yanlışı fazla görüyoruz. Aynı şekilde, dini emir ve yasaklara uymayan birini bu emirlerden birini yerine getirirken gördüğümüzde ona yakıştıramıyoruz. Sanki bir hata yapınca, o kişinin diğer tüm iyi davranışlarını bir kenara bırakıyoruz. Yanlışlar içinde olan birisinin doğru yapma hakkını elinden alıyor, “iyi” insanlara da hata yapma hakkı tanımıyoruz.
Mutlak iyi ve mutlak kötü kavramlarının zararları, yalnızca başkalarına değil, kendimize de büyük zararlar verir. Bir kişiyi belli bir durumun içine hapseder, onu orada tutar ve zamanla daha kötü hâle gelmesine neden olabilir. Şunu unutmamalıyız: Hepimiz insanız. Ben, sen, o; hepimiz hata yapabiliriz ya da kötü bir durumda bile iyi bir davranış sergileyebiliriz. Belki o küçük iyilik zamanla büyüyüp çoğalacaktır. Ama bir “iyi” insandan hata yapma hakkını aldığımızda, bu daha kötü sonuçlara yol açabilir. Bu yüzden bu tutumlarımızı bırakıp hem kendimize hem de başkalarına karşı daha hoşgörülü olmalıyız.
İyi ve kötü diye sınıflandırmadan önce bir adım geri çekilip, bu kavramların aslında bizim algılarımızdan nasıl şekillendiğini sorgulamak, hem kendimiz hem de çevremiz için daha sağlıklı bir yaklaşım olabilir mi?