KIRIK ZAMAN
Zamanın kopup giden yıllarında, bir yük gibi duruyordum insanların arasında. Hiçbir yere ait hissetmiyordum kendimi, hiç kimsenin hiçbir şeyi değildim. Ne kimsenin sol tarafı ne de limanıydım. Hiçliğin ortasında bir hiçtim. Düşünceler arasında boğulmuş tutsak bir kelimeydim. Belki gitseydim, bir yere ait hissedebilirdim kendimi. Kaçsaydım -korsanlardan kaçar gibi kaçsaydım- boğulur muydum okyanusun dalgaları arasında?
Aslında boğuluyordum, düşüncelerimin içinde hoyratça boğuluyordum.
Çıkamıyordum bir türlü, tutunamıyordum hiç kimseye, varamıyordum hiçbir yere…
Esirdim, insanlar arasında görünmeyen bir esirdim. Hangi anayasa bana özgürlüğümü verebilirdi, hangi kitaptan bulabilirdi beni bir kalender?
Bilmiyordum, hangi ağacın hangi elmasını ısırdığımı bilmiyordum. Ama günahkârdım, ilimden uzaklaşan faniler gibi günahkârdım…
Ruhumun her hücresinin parçalandığını hissettiğim o an, zemine bir misket gibi düştüm.
Savruldum, bozkırda bir hindiba gibi savruldum. Güzün ellerinden kayıp gittim. Rüzgârın da hüneri yokmuş dedim, kendi kendime. Alamadı içimdeki şu zalim kırıntıları…
Kaybolmuş bir kafesteydim sanki, güle tutsak güvercin gibi debelenip duruyordum. Kanatlarım zamanın oklarıyla kanıyordu. Durduramıyordum ruhumda akıp giden acıyı…
Kırılmış vazo çiçeklerini, ömrünce bir kere bile sulamamıştım. Günahkârdım, bir âşığa sahte sözcükler sıralayan fani gibi günahkârdım…
Hiç kimsenin bilmediği ve de hiç kimsenin duymadığı bir sevdanın orta yerinde mırıldanıyordum o şarkıyı… “Unut beni” diyordum. Kendim dahi unutmanın eşiğinden geçmemişken, pervazda ötmeyi bırakmış kumru gibi mırıldanıyordum.
Yılkı atları koşar durur içimde… Hiç bilmediğim bir sûrete aldanıyordum. Korkuyordum, nehirlerden okyanusa kayıp giden bir balık gibi korkuyordum. Bocalıyordum taş duvarlar arasında… Bir türlü o sırra vakıf olamıyordum. Yağmurla, boranla denenmiş dostluklar arasında, bir görünüp bir kayboluyordum.
Kavuşmanın hazzına varıyordum. Söküp atıyordum içimdeki ayrılığı.
Küçük bir çocuğun yüreğiyle sevgiye varıyordum.
Sirke gibi kokuyordu zaman damağımda, itici bir buruşukluk bırakıyordu. Güneşin tunca dönüştüğü akşam vakitlerinde, yıllarca beklediğim o sesi duyuyordum, bütün kırıklı hayatımın o anda mutluluğun mihengiyle buluştuğunu hissediyordum.
Sözcükler akıp gidiyordu dimağımdan, sana sözler arasında bir söz bulmak istiyordum, bütün umutsuzluklara umut olacak bir söz…
Haykırmak istiyordum, inişli çıkışlı dağlardan nihâvent makamıyla haykırmak istiyordum…
Cüretkârdım, bir evladın annesine karşı çıkması gibi cüretkârdım. Düşünüyordum, -her şeyin belki de çok başka olabileceğini- yalnızca düşünüyordum ama olan hiçbir şeyi değiştiremeyeceğimi biliyordum.
Akıp giden kırık zaman içinde, akıp giden ruhumu durduramıyordum…