KİMLİK VE TOPLUMSAL BEKLENTİLER: BİREYİN KAYIP HARFLERİ

İnsan, doğduğu andan itibaren bir kimlikle yüklenir. Ailesinin, çevresinin, toplumunun ona yüklediği etiketlerle şekillenir varoluşu. Adım, soyadım, cinsiyetim, yaşım… Bunlar, kimliğimi oluşturan ilk parçalardır. Ancak kimlik, bu etiketlerin ötesine geçer mi? Ya da bu etiketler, beni yalnızca bir tanımlama aracı olarak mı görür? Kimlik, sadece bir etiket midir, yoksa bir insanın iç dünyasında derinlikli bir varoluşun dışa vurumu mudur? Bu sorular, insanın toplumsal bir varlık olarak kimliğini inşa etme sürecinde hep var olmuştur.
Toplum, bireyi sürekli bir biçime sokmaya çalışır. Kimi zaman bu çaba, insana varlık hissi verirken, kimi zaman da insanın kendi içsel özgürlüğünü sınırlayan bir prangaya dönüşür. İnsan, toplumsal değerlerle büyüdükçe, farkında olmadan bu değerlerle şekillenir. Ailesinin ve çevresinin “doğru” kabul ettiği normlar, onun düşünce ve davranışlarını biçimlendirir. Fakat kimlik, sadece toplumun dayattığı kalıplardan mı ibarettir? Yoksa insan, toplumun koyduğu sınırlar içerisinde ne kadar özgürdür?
Toplumsal beklentiler, bireyi şekillendiren ama çoğu zaman yıkıcı olan bir baskıdır. Birey, bu baskıyı çoğu zaman fark etmeden kabul eder. Kendisini toplumun onayladığı sınırlar içinde görmek, bir anlamda kimliğin bir yansımasıdır. Toplum, bireyden belirli bir rol oynamasını bekler. Bir kadının nasıl davranması gerektiği, bir erkeğin hangi duygusal tavırları sergilemesi gerektiği, bir gencin nasıl bir kariyer yolu seçmesi gerektiği… Toplum, kişilerin bu kalıplara uymasını bekler ve onları sürekli olarak bir noktada sınırlamaya çalışır.
Bir insan, toplumun kendisine biçtiği rolü üstlenmeye başladığında, zamanla kendi kimliğinden uzaklaşabilir. Toplumun ona biçtiği kimlik, kişinin öz kimliğiyle çelişebilir. İnsan, dışarıdan yüklenen bu etiketlerin içinde kaybolur. Bir kadının “nazik” olması gerektiği, bir erkeğin “güçlü” olması gerektiği gibi algılar, bireyi kendi özünden uzaklaştıran sınırların ötesine taşır. Oysa kimlik, sadece toplumsal normlara uyan bir rol değil, bireyin içsel keşfinin ve özgürlüğünün bir ürünüdür.
Birey, toplumun ona biçtiği kimliği ve kalıpları fark ettiğinde, o zaman gerçek kimlik sorusu ortaya çıkar: Ben kimim?Kendi kimliğimizi bulmak, çoğu zaman başkalarının ne düşündüğüne göre şekillenen, toplumsal beklentilerin yüklediği kimliklerin ötesine geçmekle mümkündür. Toplum, bir bireyi şekillendirirken, onun içsel dünyanın derinliklerine, özgürlüğüne ve kimliğine ne kadar saygı gösterir? Kimlik, yalnızca başkalarının gözlerinden mi ibaret olmalıdır? Yoksa bir insan, toplumsal kalıpları aşarak, içsel dünyasında kendi kimliğini mi inşa etmelidir?
Bu sorular, insanın varoluşundaki en büyük gerilimlerden biridir. Toplum, bireyi sürekli olarak yönlendiren, şekillendiren bir güçtür. Ama insan, toplumdan bağımsız bir kimlik yaratabilir mi? Kimlik, yalnızca başkalarının verdiği adlarla mı tanımlanır? Yoksa insan, kendi iç yolculuğunda, kendi arayışında, bu kimliği bulabilir mi?
İçsel kimlik, dışsal kimlikten farklıdır. Dışsal kimlik, toplumun dayattığı etiketlerden ve rollerden oluşur. İçsel kimlik ise, insanın kendi özüne dokunan, zamanla şekillenen, kendini tanıma ve kabullenme sürecinin sonucudur. Bu süreç, çoğu zaman zorlu bir yolculuk olmuştur. İnsan, yıllarca başkalarının ne düşündüğüne göre yaşar, başkalarının onayını almak için sürekli bir mücadele verir. Fakat bu mücadele, insanın içindeki boşluğu daha da büyütür. Çünkü insan, dışarıdan aldığı etiketlerle kimliğini bulamaz. İnsan, ancak içsel bir farkındalıkla, kendi kimliğini keşfeder.
Kimlik, bir yolculuktur. Her insanın içsel dünyasında bir arayış vardır ve bu arayışın sonu, sadece bireyin kendisi tarafından belirlenebilir. Kimlik, durmaksızın değişen ve evrilen bir olgudur. İnsan, zaman içinde değişir, büyür ve bu süreçte kimliği de değişir. Geçmişin etkileri, toplumun beklentileri, kişisel deneyimler; hepsi bir arada, kimliğin şekillenmesine katkıda bulunur. Fakat kimlik, yalnızca bunlarla sınırlı değildir. Kimlik, bir insanın içsel yolculuğunun sonucudur.
İnsan, toplumun dayattığı kimliklerden sıyrıldıkça, özgürlüğünü keşfeder. Kendi kimliğini inşa etmek, başkalarının gözlerinden sıyrılmak ve içsel benliğiyle barış yapmak, insanın varoluşunun en derin anlamını oluşturur. Kimlik, ancak bu şekilde özgürleşebilir. Kişi, toplumsal baskılardan kurtulup, kendi iç yolculuğunda bir kimlik inşa ederse, gerçek benliğini keşfeder.
Kimlik, yalnızca başkalarına ne gördüğü değil, kişinin kendisinin kim olduğuna dair bir içsel farkındalıktır. Toplum, bir bireyi şekillendirirken, birey de kendi kimliğini, içsel dünyasında inşa eder. Kimlik, yalnızca dışarıdan verilen bir etiket değil, içsel bir keşif sürecidir. Bir insan, ancak toplumun ötesine geçerek, kendi kimliğini bulabilir. Gerçek kimlik, ne toplumun beklediği ne de bireyin inşa ettiği bir maskedir; gerçek kimlik, insanın içindeki kaybolmuş harflerin birleşimidir.
Tebrik ederim güzel bi yazı olmuş başarılarınızın devamını dilerim Fadime hanım.