KAVGAM
“Bir anı seyyale ile dolaşırken zaman da
Anladım ki hayatım gizlenmiş bir anda”
Ve sonra… İnziva istedim yağmurlardan, vakitlerden ve kavramlardan; zihnimden düşen bütün kavgalardan; sancılardan, sargılardan ve sanrılardan.
Bu öyle bir döngü ki kendine yabancılaşırsın ve o kokuyu alırsın uzaklardan.
Ve yoruldum artık her şeyde ön alan yargılardan. Ya sus, ya yüzleş! Kalksın artık bu kirli sepetlerdeki leş.
İster iyi ol, istersen kötüleş. Bu kavga senin, kavgan… Senin ellerinle büyütecek Yaradan. Gökyüzünde her gün açıncaya kadar tan.
Ve uyan…
Artık uyan!.. Görmüyor musun eksiliyoruz zamandan. Sen ise inziva istiyorsun yağmurlardan.
Yoksa bu; cinnî mi, cinnet mi, cennet mi? Uyan ki cehennem kokuyorsun. Bu bir uzlet mi? Daktilonun yapraklarından sen mi akıyorsun, anlattığın kehanet mi?
Sende ki senin mi? Emanet mi? Yoksa senden sonrakiler gibi kalplerden, nefeslerden ve nefislerden bir hicret mi?
Diyorum ya, vakitlerden ve kavramlardan, zihnimden düşen bütün kavgalardan; kemikleşmiş, çizilmiş ve bükülmüş yüzler düşüyor birer birer aynalardan…
Belki de bir “sen” doğacaksın, karanlıklardan.
İster iyi ol, istersen kötüleş. Bu kavga senin, kavgan… Senin ellerinle büyütecek Yaradan. Gökyüzünde her gün açıncaya kadar tan.
Kalmak mı, korkmak mı, durmak mı; yoksa hınca hınç dolup taşmak mı; sözcüklerim ile usul usul yaşlanmak mı?..
Belki de ölmek, ki bu yaşamak mı?
İşte bak! Çıkamam ben kavgalardan, yargılardan, sargılardan; bir tek sen bal sürüyorsun ekmeğime…
Ve tutunmak için ellerime…
Gün doğup, gün batıp; beni Sen’den bilip yeniden yaratıp; “uyan” diyerek manaya atıp…
Katıksız bir hüner yapıp…
Neyse; derin, derin, derin…
O kadar sıcak ki, üşüyor yine kelepçelerim.
Ve yoruldum artık her şeyde ön alan yargılardan.
Ya sus, ya yüzleş! Kalksın artık bu kirli sepetlerdeki leş.
İster iyi ol, istersen kötüleş. Bu kavga senin kavgan…
Belki de bir “sen” doğacaksın karanlıklardan…