İNSANIN ÇIKMAZLARI VE UYANIŞI

İnsan sadece kuyuya mı düşer?
Ya da bir balığın içine mi hapsolur?
Yahut bir geminin içinde mi sıkışıp kalır?
Bir villanın, sarayın içinde de insan hapsolmaz mı?
Ya da yalanlarla inşa edilmiş bir dünyanın içinde köle olmaz mı?
Evet, bunların hepsi ve daha fazlası olur. İnsanın başına türlü türlü sıkıntılar ve dertler gelir ve çıkmaz sokaklarla yüzleşir insan. Bir çok belalar, musibetler hep insan için vardır. Peki bu bahsi geçen durumlardan hangisi insanı hakikate ulaştıracak potansiyele sahiptir?
Neden bu suali soruyorum? Öyle bir zamanda yaşıyoruz ki yaşananlar, insana ders olmuyor, ibret almıyoruz ve hakikatin izinden gitmek için gayret etmiyoruz.
Bir insanı bu yola sokacak itici güç nedir diye sormalıyız. Bir insan neden gerçekleri öğrenmek ister? Ya da onu oraya iten nedir?
Asıl sorumuza dönecek olursak; bir insanın başına ne gelirse hakikatin izini sürmeye başlar? Diğer bir deyişle bir insanın ne zaman aklı başına gelir?
Kuyuya düşen insan mı, yoksa dört duvar arasında lüks koltuğunda rahatına bakan insan mı? İkisi de birbirine benziyor aslında ikisi de sıkışmış durumda ama biri farkında bazı şeylerin, diğeri ise değil.
Bir şeylerin farkında olmak, farkına varmak gerçekten nadir karşılaşılan bir durumdur. Herkes bu imtiyaza, bu lütfa erişemez. Ayette Allah’ın dediği gibi: “Sen ne kadar inanmalarını istesen de insanların çoğu inanmazlar.” (Yunus, 103)
İbrahim Ethem… Saraydan kaçan hükümdar…
Sarayda yaşayan ve ülkesinin hükümdarı olan İbrahim Ethem’in hikayesi çok ibretliktir. Tahtı üzerinde uyuya kalan İbrahim Ethem’in bir gece tavandaki seslerle uyanması üzerine devesini kaybeden o kişiyle arasında geçen hadise İbrahim Ethem’de bir uyanışa vesile olmuş ve sarayını, tahtını ve bütün varlığını terk ederek dervişlik yolunu seçmişti.
İbrahim Ethem saraydan kaçmış, bizler ise saraya koşuyoruz. Bizim için neyin hayırlı olup olmadığını mukayese etmeden dünyada debelenip duruyoruz.
Sarı Saltuk… Bir başka iz bırakan veli… Sarı Saltuk’u Mavera’dan Balkanlar’a getiren şey neydi? Diğer nice tasavvuf ehlinin diyar diyar gezip insanlara hakikati anlatmaları, dünya onları terketmeden onların dünyayı terketmeleri, ölmeden önce ölmeleri… Bunların hiçbiri boşu boşuna değildi. Hepsinin bir gayesi vardı, bunu yaparken aldıkları lezzet vardı. Her birinin inandığı ve lezzetini aldığı bir şeyler vardı. Belki kendilerini çokça zahmetin içine sokuyorlardı, ama buna rağmen kuyuda saray inşa etmeyi de bilmişlerdi. Bir insan eğer bir lezzetten vazgeçiyorsa daha lezzetli bir şeyin tadına bakmıştır muhakkak.
Ahmet Yesevi… Mavera’da doğan parlak bir yıldız…
Zor zamanlarda yaşamış, yılmadan, vazgeçmeden insanlığa hizmet etmiş bir veli… Ahmet Yesevi, siyasi olarak krizlerin taht kavgalarının yaşandığı bir dönemde insanları eğitirken hem Türk geleneklerini hem de İslam’ın özünü korumaya önem vermiştir o dönemde. Türk-İslam kültürünün oluşumu bu şekilde başlamıştır ve İslam özü günümüze kadar bozulmadan gelebilmiş.
Bu ismi geçen şahsiyetlerin hepsi hakikatin tadını alan insanlardı. Hakikatin tadını aldılar ve aynı tadı başkaları da alsın diye gayret ettiler. Dertlere ve sıkıntılara razı oldukları ve göğüs gerdikleri için hakikate ulaştı onlar. Sonuçta, yaşanan dertler insanı hakikate ulaştırmak için varlar. Dertlerden ve sıkıntılardan ders almalı insan. Dert insana ders alması için verilir. Nurettin Topçu’nun buna dair şu sözü çok manidardır. “Istırap, hakikatin habercisidir.”
Özüne inersek ikinci durumundaki hapsolma şekli daha çok elem vericidir. Bunun sebebi ise kişinin pembe bir dünyanın içinde hakikatlerden mahrum olmasıyla alakalıdır. Aldatıcı uyarılarla çevrilidir çünkü. Böyle bir hal içinde olanların dikkate alması gereken nasihat şudur: “Dünyanın ipi çürüktür, tutunma!”
Ezcümle, kuyunun içine düşen bir insan hakikate daha yakındır, uyanışa ve dirilişe gebedir. Çünkü oradan kurtulabilmek için bir arayışa girmiştir, fark etmiştir yanlış bir hal içine düştüğünü. Ama sarayın içinde mahfuz olan biri hakikatten bir o kadar uzaktır. Çünkü sahte bir dünya içinde gerçeği bulamazsın. Bulabilenler olur elbette ama azınlıktadır… Velhasıl kelam, insan hakikatin izini sürmek istiyorsa konfor alanından uzaklaşmalı. Zira konfor insanı çürütür.
Vesselam.