İNKÂRIN SESSİZ ÇIĞLIĞI
Kan ter içinde, nefes nefese kalmış bir vaziyette uyandım. Son bir yıldır yakamı bırakmayan, uykularımı kaçıran kâbuslara bir yenisi daha eklenmişti.
Dumanlarla çevrili, simsiyah boş bir arazi, arkamdan bana doğru uzanan bir çift el ve engel olmaya çalışıp asla engel olamadığım dokunuşlar…
Kaçmak isterken ayaklarımda oluşan uyuşukluk, bağırmak istedikçe sesimin çıkmayışı ve boğazımda hissettiğim yumru…
Her gece kâbuslarımda aynı adamdan kaçıyorum, uykumda bile peşimi bırakmıyor. Her gece aynı adamdan korumaya çalışıyorum küçük, beş yaşındaki bedenimi.
Ben küçük bir çocuktum, kendimi korumam gerektiğini öğretmemişlerdi bana. Onları; amca, dayı, abi diye tanıtmışlardı. Çok rahat girip çıkabiliyorlardı evimize, bundandır ki onlardan zarar gelmez sanmıştım. Benimle oyunlar oynamışlardı; kucaklarına oturtup çikolatalar, oyuncak bebekler vermişlerdi bana. Bana dokunduklarında beni sevdiklerini sanmıştım. Bu dokunuşlarının, içlerindeki iğrenç arzularının dışavurumu olduğunu anlayamamıştım. Anlayamamıştım ama garipsemiştim, rahatsız olmuş kötü hissetmiştim ne annem ne babam böyle dokunmazdı çünkü oradan bilirdim. Ne yapacağımı bilemiyordum, hem utanıyor hem ya bana inanmazlarsa kaygısı taşıyordum. Aynanın karşısına geçip kendime baktığımda gördüğüm tek şey, iğrenç bir bedendi. İğrenerek bakardım kirlenmiş bedenime; utanırdım sıkılırdım. Ruhumun derinliklerine baktığımdaysa ailesinden yardım isteyen, yalvaran gözlerle bana bakan, korunmaya muhtaç o kız çocuğunu görürdüm. Çoğu kez kesip atmak isterdim; erkeklerin arzularını tetikleyen, beni “kadın” yapan ne varsa. Kadın olmak suçtu, güzel olmak suçtu, güzel giyinmek, güzel konuşmak bile suçtu; tüm bunlar erkeklerin arzularını tetiklerdi çünkü. 5 yaşımda cinsiyetimi belirten tek şey kimliğimdeki pembe renkti. Pembe renk, benim suçum muydu?
Ben pembenin erkeklerin arzularını tetikleyen bir renk olduğunu bilmiyordum.
Kâbuslarımla baş edemeyince yıllar geçmesine rağmen utana sıkıla, bir bilene; anneme söylemiştim. Tüm korktuklarımdan ona sığınırdım, yine beni korumasına muhtaçtım. Geçtim karşısına, gözlerimi kaçırarak, yüzüm kızararak anlattım her şeyi. Bana inanmamıştı, “Sana öyle gelmiştir; o, böyle bir şey yapmaz.” demişti. Bana değil onlara inanmıştı.
Uzun yıllar bana inansın diye her şeyi denedim. Hakkımı arasın, hayatımı mahveden o pisliklerden intikamımı alsın diye uğraştım, didindim. Hiç bir şey yapamıyorsa bari hayatımızdan çıkarsın, uzak tutarak beni korusun, her gördüğümde yaşadıklarımın tetiklenmesine engel olsun istedim ama bunu da yapmadı. Benim, annesi tarafından bile güvenilmeyen biri olarak, hayata bir sıfır geride başlamama sebep oldu. Sonrasında kimseye güvenemedim, bana güvenen kişilere de inanamadım. Belki de güvenmesini istediğim tek kişi güvenmeyince diğerlerinin güvenmesinin de bir önemi kalmadı nezdimde.
İçimde bu buruklukla, kendimi korumayı öğrenmeye mecbur bırakılmış olarak büyüdüm.
Şimdi nerede bir çocuk görsem pür dikkat dinliyorum. Nerede bir çocuk bir şey anlatsa her dediğine inanıyorum çünkü bir çocuğa inanmamanın nelere mâl olabileceğini biliyorum.