DOĞASIZ İNSAN
Doğa ile yaşam birbirinden neden bu kadar uzaklaştılar dersiniz? Bir dakika durup göğe bakmayı neden bıraktık? Yeşillerde kaybolmak, yıldızlardan dilek buketi yapmak neden sadece anılardan ibaret? Bu taş yapılar, koca koca gökdelenler, bizi bunlardan mahrum ederken neden sesimiz çıkmıyor? Neden koştur koştur yaşıyoruz hayatı. Durmadan, dinlenmeden.
Saniyeler geçiyor ey insanoğlu, her dakika bir adım daha yaklaşıyorsun o sona. Zaman hep ilerliyor. Tutamayız, durduramayız. Yoksa, yoksa unutuyor musun geçen zamanı? Her dakika biraz daha yaşlandığını. Doğru ya insan tutamadığı, durduramadığı ve bir gün ne olursa olsun gelecek o anı unutmayı tercih ediyordu değil mi? Doğru söyle, tat alıyor musun doğan güneşten, baharda yeşillenen o çimenden? Denizin kokusu peki, hani şu yanından geçerken dahi başını çevirmediğin su birikintisi, onu tarif edebilir misin gününü iş yerinde heba eden o kişiye? Gülmeye bile zaman bulamayan, sadece iş, iş, iş diye gününü sonlandıran o beyaz yakalıya ya da yakasının rengi fark etmeksizin iş yerinden eve geçen belki arkadaşları ile alış veriş merkezlerinde saatler harcayan o kişiye. Aşkı da sevgiyi de unuttun insanoğlu. Kalk bir silkelen.
Yaşlanıyorsun, yaş alıyorsun ve her saniye biraz daha ölüyorsun. Toprak kokusuyla dolacak ciğerin bir gün. Ama okşamayacak rüzgar tenini. Göğü göremeyecek gözlerin. O işlerin kimin umurunda olacak? Yaşayamadığın günlerin hesap soracak sana. Cahit Sıtkı diyor ya “Ben ölecek adam değilim.” Bir gün sen de diyeceksin bu cümleyi ya da bir benzerini!
“Ölümler vardır:/ Can kuş gibi uçar gider /Bir martının süzülüp /Kaybolması gibi maviliklerde” (Erdem Bayazıt) Ölümler var, evet var. Ey Ademoğlu, silkelen ve kendine gel! Can bir kuştur, uçar gider. Ey sen başkaları için çalışıp kendi için yaşamayı unutan sen, tutamadığın zamana hesap sormaya niyetlen. Geliyor o gün, her saniye her dakika…