BİR BEN MESELESİ

Küller uçuşuyordu göğün mavi toprağında. Sordum kendime: Ne oluyor? Kim yanıyor?
Ve sonra… hissettim. Bedenimde gezinen bu sıcaklık, öyle bir ateşti ki, dışarıdan değil, içimden sızıyordu. Duygular… Cayır cayır soğuyordu. Evet, soğuyordu.
Ama ben? Ben yanmıyordum. Ben dönüşüyordum.
Bir ayna gibi durdum karşımda. Kaçmadım. Kendimden bile saklı bıraktığım ne varsa, gözlerimin içine bakınca ortaya döküldü. Gölgemsi bir taraf vardı içimde. Hep sustu, ama hiç gitmedi. Ve o sessizlik… İşte o, en büyük çığlıktı.
Teneffüs ettiğim her nefes, bir sınavdı. Boğazımda düğüm düğüm kalan kelimeleri yutmayı öğrendim. Sessizlikle büyüdüm.
İçimde açılan yarıklar hâlâ sızlıyor bazen, ama artık o sızı bile beni diri tutuyor.
Boşluk mu dedin? Hayır. O boşluk doluydu. Sadece kimse bakmaya cesaret edemedi. Çünkü içi yeminlerle, ertelenmiş yüzleşmelerle, tutuşmamış öfkelerle kaplıydı. Ben oraya bir şey sığdırmadım, ben oradan bir şey çıkardım. Kendimi!
Tuzaklar kuruldu önüme. Saat hep onların lehine işledi sanıyorlardı. Ama ben zamanla el sıkıştım. Şimdi saatin her vuruşu, beni biraz daha tamamlıyor.
Yemin ettim. Bir daha kendimi yarım bırakmayacağım. Parçalandıysam da her kırık parçama anlam yükledim. Artık hiçbir yara boşuna değil.
Küllerimden doğmadım belki. Ama kül olurken öğrendim. Yanmak, yok olmak değilmiş. Bazen kül, yeni bir savaşın kılığıymış. Ve ben… bu savaşın ta kendisiyim artık.
Ağlamıyorum. Çünkü beni gözyaşları değil, irade ayakta tuttu. Beni unutanlara değil bu sözler… Bu, kendime verdiğim son söz.
Ben buradayım. Eksilmedim. Ve artık hiçbir boşluk beni taşıyamaz. Çünkü ben kendimi taşıyorum.