ON BİR TEMMUZ
(Bu şiir birçok kez yazıldı, birçok kez silindi.)
Sıcak bir temmuz günüydü,
Güneşin sıcaklığı tenimden ziyade içimi yakıp kavuruyordu.
Bakkalın önünde gazoz içen çocuklar, sessizliğe bürünmüştü.
Havada yanık kokusu ve mahalle kadınlarının suskunluğu vardı,
Gözlerindeki acıyı herkes saklamaya çalışıyordu.
Saçlarımda dolanan şefkatli ellerin yerine, bir ayrılık rüzgârı sarmıştı etrafımı
Ve o rüzgarla beraber, her şeyin yavaş yavaş kaybolduğunu fark ettim.
Komşu teyzeler o gün çamaşır asmadı, soba dumanları daha kara tüttü bacalardan,
Yol kenarındaki ağaçlar, başlarını yere eğmişti.
Mahalleli ağlamaklıydı, bütün kaldırımların rengi solmuştu.
Kimse yaşam sevinci taşımıyordu.
Oyun oynadığımız seksek çizgileri silindi.
Bakkaldan alınan şekerin tadı, hiçbir zaman eskisi gibi olmadı.
Öksüzlüğü ilk kez o gün öğrendik, bütün mahallece,
Çünkü annem giderken, yalnız beni değil,
İçinde “anne” geçen bütün kelimeleri de aldı yanında.
O kelime, yıkılmadık ev bırakmadı mahallemizde.
Siyah önlüklü çocuklar, o sabah okula gitmedi
Çünkü bir gelinlik, annesiz bırakmıştı herkesi.
Öyle gelinlik dediğime bakmayın;
Beyazın en kirli, en ağır hali gibiydi.
Bir gelinlik bir mahalleyi yıkmaya yetiyormuş, o gün öğrendik.
O günden sonra ayrılığın yeni adını on bir temmuz koydum,
Ve bazı sabahlar hala on dört yaşıma uyanıyorum,
Yalınayak iniyorum merdivenleri.