TELLERDE SAKLI ZAMAN
Bir gitarın sesiyle yeniden hatırlamak üzerine…
Bazen insan kendine bile itiraf edemez ne kadar zaman geçtiğini. Hayatın telaşı, gündelik koşuşturmalar, zamanın akışını siler insanın gözünden. Fark etmeden ertelediğimiz anılar, evin bir köşesinde unutulmuş bir gitar gibi sessizce bekler bizi. Bugün elim gitarıma gitti — belki bir tesadüf, belki bir ihtiyaçtı bu. Üzerindeki tozu silerken yalnızca ahşabı değil, zamanın bıraktığı izleri de temizler gibiydim. Ne de olsa uzun zaman geçmişti tellerine dokunmayalı.
Hiçbir plan yapmadan, sadece içimden geldiği gibi çalayım dedim. Parmaklarım tellerle buluştuğunda, düşünmeden alışık olduğum o ezgiye yöneldi. Bir zamanlar defalarca çaldığım, ezbere bildiğim o parça… Sebepsizdi belki ama tanıdık. İlk başta çekingen, neredeyse yabancı bir hâlde çaldım. Ama sonra… O melodiyi hatırlamanın verdiği huzurla ses yükseldi, ezgi kendini buldu. Sanki yalnızca gitar değil, ben de uzun bir aradan sonra yeniden konuşmayı öğreniyordum.
Her insanın kendini susturduğu bir dönem olur. Konuşmaz, yazmaz, çalmaz… İçinde taşıdığı onca sesi bir süreliğine duymamayı tercih eder. Belki bilerek, belki fark etmeden… Ben de öyleydim. Gitarım suskundu çünkü ben suskundum. Oysa bir zamanlar, her duyguya karşılık gelen bir melodi bulurdum tellerde. Sevincimi, özlemimi, kırgınlıklarımı hep onunla anlatırdım. Sonra ne olduysa oldu, ellerim uzaklaştı tellerden, melodiler içimde kaldı.
Ama insan ne kadar unutmuş gibi yapsa da, bir gün bir şey olur. Bir ses, bir koku, bir bakış ya da bir gitarın tozunu silerken duyduğu çıtırtı… Hepsi bizi geriye çağırır. Bugün ben o çağrıyı duydum. Ve anladım ki aslında unutmak diye bir şey yok. Sadece bir süreliğine saklıyoruz bazı şeyleri. Kendimizden bile…
Geçmiş, çoğu zaman hatıraların tozlu raflarında değil, içimizde yankılanan seslerde saklıdır. Bugün gitarımın tellerinde bulduğum o ses, bana yalnızca eski bir melodiyi değil, bir zamanlar kim olduğumu da hatırlattı. Bir şeyleri tutkuyla yapan, hissettiklerini melodilere dönüştüren, en çok da kendine yabancılaşmamış hâlimle karşılaştım.
Zamanla değişiyoruz, evet. Sorumluluklar büyüyor, mecburiyetler çoğalıyor. Elimizdeki en değerli şeyin –kendimizle kurduğumuz o saf bağın– yavaş yavaş eridiğini fark etmiyoruz. Ama sonra, bir gün, küçük bir şey olur ve her şey sil baştan hatırlanır. Bugün gitarıma uzanan elim, aslında içimde unuttuğum yerlere de uzandı.
Kulağa basit geliyor olabilir: Eski bir melodiyi yeniden çalmak. Ama bazen basit şeyler, en derin uyanışları başlatır. Tellerin arasına sıkışmış anılar, susturulmuş duygular, ertelediğim benliğim bir anda gün yüzüne çıktı. Ve o anda, sadece çalmıyordum; aynı zamanda kendimi yeniden inşa ediyordum.
Şimdi odamda gitarım var, bir de içimde yeniden uyanan o eski tanıdık his. Belki her gün çalmayacağım, belki yine zaman zaman uzaklaşacağım ondan. Ama artık biliyorum: O ses bir kez uyandıysa, asla tamamen susmaz. Yeter ki ben içimdeki sessizliğe kulak vermeyi unutmayayım.
Her insanın içinde saklı duran bir melodi vardır. Kimi bunu yazıyla bulur, kimi resimle, kimi müzikle, kimi de sadece bakarak, susarak… Benim melodim tellerdeydi. Onu unuttum sandım, oysa sadece bir süreliğine susturmuştum. Şimdi yeniden çalmaya başladım — hem gitarı, hem kendimi.
Hayatın bizi sürekli ileriye ittiği bir dünyada, bazen geri dönüp içimize bakmak gerek. Çünkü ilerlemek dediğimiz şey, geçmişi tamamen silmek değil; onu anlamak, onunla barışmak ve onu da yanımıza alarak yürümektir. Tellerde saklı zaman, artık sadece geçmişte değil. O şimdi, bugünün de bir parçası. Benimle, her an, her sessizlikte yankılanmaya hazır.
Ve belki de en güzeli şu: Kendini yeniden bulmanın yolu, bazen sadece bir dokunuşla başlar.